Sosyal Medya Hesaplarım

Shopping cart

shape
shape

Kadere Verilen Sipariş, Düşünceler ve Niyetler

Ortalama bir insan günde kafasından saçma ya da usturuplu olmak üzere 60.000 düşünce geçirmektedir. Bu düşünceler beyinde görüntüler ve iç konuşmalar olarak geçmektedir. Geleceğe dair ve geçmişe yönelik olan bu düşünceler aslında niyet ve duaları biçimlendirme aracının ta kendisidir. Yani sizden çıkar ve bir yerlere istek, amaç, olmasını ya da olmamasını talep ettiğiniz sürekli yayılan bir frekans haline gelir. Bu düşünceleri, söylemleri ve niyetleri; kendinizi bir radyo olarak düşünürseniz onları da yaydığınız frekans olarak kabul edebilirsiniz. Ve inanın bana yaydığınız her düşüncenin karşılığı mutlaka er ya da geç size geri döner.

Hani ninelerimizin dedelerimizin yani eski insanların güzel bir temenni sözü vardır. “Allah gönlüne göre versin” derler. İşte bu söz aslında şunu ifade etmektedir. “Kalbinden güzel frekanslar yay ki, Allah da ona göre sana karşılığını versin.” Başınıza gelmesini istemediğiniz bir olayı hiç şöyle yorumladığınız oldu mu? “Ben zaten biliyordum bunun benim başıma geleceğini.” “Zaten böyle şeyler hep beni bulur!” “Sakınan göze çöp kaçarmış, bak yine oldu.” Şimdi ne demek istediğimi sanırım daha iyi anlıyorsunuz.

Psikolojide negatif telkin denen bir durum vardır. Ben size şu anda kırmızıyı düşünmeyin dersem ilk yapmanız gereken şey kırmızıyı düşünmek olacaktır. Neden? Çünkü beyninize gönderdiğiniz mesaj “kırmızıyı düşünme!” mesajıdır. Ancak beyniniz neyi düşünmemesi gerektiğini anlaması için önce onu saptaması gerekir. Yani reddetmek için önce reddedilecek şeyin tespitini yapmak gerekir. Bu da düşünülmemesi gereken şeyi düşünmeye neden oluyor. İşte negatif telkin bu oluyor. Sakar bir insanın sakarlık yapma sürecini ele alalım. Dışarıdan birisi, “Şimdi elindekileri düşürüp kıracaksın!” Ardından bu telkini alan kişi her ne kadar aksini yapma düşüncesinde olsa da bilinçaltındaki deneyimler ve sonrasındaki inanç durumu bunu ispatlama sürecine girecektir. Fakat kişi kendi kendisine yani beynine verdiği komutları “kırmayacağım, düşürmeyeceğim, daha önce devirdiğim gibi olmayacak” şeklinde negatif olarak gönderir. Negatif telkini alan beyin neyi yapmaması gerektiğini bulmak için önce onun yapılmış halini düşünür. Bu düşünüş süreci daha önceki deneyimlerle daha canlı ve yaşanılır hale getirildiğinde kişi zaten o psikolojiye çoktan bürünmüştür. Sonuçta olanlar olur ve yine sakarlığının gereğini yerine getirir. Oysa kişi kendisine negatif telkin vermek yerine hayalinde olumlu deneyimleri canlandırsa ve beynine de olumlu sinyaller gönderse sakarlık psikolojisine girmeyecektir. Yani olumsuz cümleler kurmak yerine olumlu cümlelerle kendisini yönlendirse bu iç konuşmalar da ispatlanmak üzere beyne mesaj olarak gidecektir. “Elimdekileri masaya bırakacağım, sağlıklı adımlar atabilirim, son derece dengeliyim” gibi mesajlar hem içinde riski barındırmıyor hem de olumsuz tecrübeleri çağırmıyor. Bu sayede sakarlık yapma ihtimali olan kişinin gözünde eski olumsuz deneyimleri canlanmıyor. Başımıza gelen kötü olayları bu bağlamda değerlendirirsek aslında biz farkında olmadan kendimize sipariş etmiş oluruz. Bunun zamanını, sürecini takip etmeksizin ama mutlak bir yerlerde söylemiş, düşünmüş ve niyet etmişizdir. İsterseniz şöyle bir hatırlayalım.
Çocukluk dönemimizde; yolda bir köpek görmüşüzdür. Yanından geçmek zorundayız ancak korkuyoruz. “Ya havlarsa!” “Ya ısırırsa!” “Ya bana doğru gelirse!” Ve sonunda istemediğiniz şey tabii ki gerçek oluyor. Köpek size ve gözlerinize bakar, sanki şöyle düşünür, “Hey! Buraya bak! Sen tam benim korkutacağım türden birisin. Harrrrr!”

Gençlik dönemimizde; okulda sınav olacağız. Akşamdan itibaren beynini tırmalamaya başlar olumsuz düşünceler. “Çok çalıştım ama sanki hepsini unutacakmışım gibi geliyor.” “Ya bilmediğim yerlerden çıkarsa sorular!” “Ya sabah uyanamaz da geç kalırsam okula!” “Ya hoca beni kopya çekerken yakalarsa!” İşte bütün bu düşünceler ısmarlanmış bir sipariş gibi kurgulanır ve ne kadar istemesen de gelir seni bulur. Eminim şu anda bu satırları okurken yaşadığınız tecrübeler ve anılar gözünüzde canlanıveriyordur. Eminim kendi kendinize tebessüm ediyorsunuzdur.
Gençlik sonrası dönem; artık okul bitti. İş başvurusu yapmışsındır. Mülakata gelmişsin. Tabii senle birlikte bir sürü kişi var. Her ne kadar kendini alıştırırsan da bu konuda deneyimin yoksa, “dilin tutulacak, kekeleyeceksin, işe alınmayacaksın, seni beğenmeyecekler” korkusu benliğini kaplayıverir. Maalesef bir şekilde bu da gerçek olur. Bütün bunları topladığımızda, gözden geçirdiğimizde söyleyebileceğimiz tek şey ortaya çıkıyor. “Aklımıza gelen başımıza gelmiş.” Ancak bu durum bu kadar basit değil. Aklımıza gelen her şey neden başımıza gelmiyor diyebilirsiniz. Örneğin, “İhmmm şu anda aklıma ilk gelen şey Milli Piyango’dan büyük ikramiyenin bana çıktığıdır. Neden bu durum en kısa zamanda başıma gelmiyor?” denebilir. Birincisi başımıza gelen olayların başımıza gelme sürecini gözlemlersek bu süreç geçmişteki tecrübelerin referansıyla desteklenir. İkincisi hayal gücümüz yardımıyla defalarca beynimizde o deneyimi tekrarlar ve yaşarız. Üçüncü adımda ise bunu o kadar yoğun yaparız ki farkında olmadan dillendiririz. Her ne kadar istemesek de söyleriz. Dördüncü ve son adım ise dillendirmenin akabinde yaptığımız hareketler, davranışlar ve eylemler uzun veya kısa vadede aklımıza gelen olaya hizmet eder. Bu hizmet süreç içerisinde direkt ya da dolaylı olarak arzu edilen sonuca gitmede önemli rol oynar.

3D Mantığı
Şu anda farkında olmadan başımıza gelen olayların aslında bizim tercihimiz sonucunda istemesek de bizim verdiğimiz sipariş sonucunda oluştuğunu biliyoruz. Peki, böyle bir durum varsa bunu aleyhimizde çalışıyorken lehimize dönüştüremez miyiz? Tabii ki evet! Tek yapmanız gereken doğru zamanda ve doğru yerde doğru siparişleri vermek. Bir lokantada masaya bir şeyler yemek üzere oturduğunuzda siparişi vereceksiniz. Çorba söylemek gerektiği yerde dondurmanın olmadığını kabul edersek canınız dondurma istedi diye dondurma siparişi veremezsiniz. Size getirilecek alternatifleri göz önünde bulundurarak sipariş verebilirsiniz. Ancak canınız dondurmayı çok istiyorsa yemeğinizi yer ve ardından tatlıcıya gider dondurmanızı orada yersiniz. Yok, olmaz ben dondurmayı bu lokantada yemekten önce istiyorum derseniz şartları zorlamış olursunuz. Şayet gücünüz ve prestijiniz bunun için uygunsa bir şekilde garsonu tavlar ve onu size dışarıdan dondurma almaya ikna edersiniz. Bu ekstraya girer. Yani beklediğiniz hesabın çok üzerinde bir hesap ödersiniz. Bu nedenle “doğru yerde, doğru zamanda doğru siparişi” vermek durumundasınız. Buna 3D mantığı diyebiliriz.
Şimdi diyelim ki ben, günümüzün yani 2010 yılı şartları baz alındığında ayda 1.000 TL geliri olan bir adamım. Haftanın 6 günü gittiğim ve günümün 10 saatini harcadığım bir işim var. Sabah saat 8:30 ile akşam 18:30 arasında mesaideyim. Yalnızca pazar günüm boş. O da tatil günüm olduğu için dinleniyorum. Böyle bir yaşantım varken siparişimi şu şekilde veriyorum. “Bir arabam olsun. Bir evim olsun. Mutlu bir ailem olsun. Ayda da çok değil 5.000 TL kazanayım. Yani orta sınıf bir hayatım olsun.” Gördüğünüz gibi bu hayaller gelir seviyesi belli bir limitin altındaki biri için ulaşılabilir. Ama tabii ki herkes için aynı standartta değil. Şayet benim bu yaşantımda böyle bir şey istemek hayalden öteye gitmeyecektir. Siparişimi düzgün vermem gerek. Mevcut standartları göz önünde bulundurarak hayal edebileceğim şeyleri belirlemekle başlamam gerek. 1.000 TL kazanan bir adam olarak ilk hedefim 1.100 TL kazanmak olmalı. Yani 1.000 TL’nin üzerindeki hayaller için önce bedel ödemek gerekir. Ben, içinde yaşadığım yaşam alanımda hiç karşılaşmadığım bir şey hayal ediyorsam onun bedelini ödemeden sahip olamam. “Sen oturduğun yerden sipariş vermişsin ama o yemek o lokantada yok!”

Leave A Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *