Yaşamın ilginç yanlarından birisi de; en iyinin dışında bir şey kabul etmeyenlere, hep en iyiyi vermesidir.
W.Somerst Maugham
Ihtiras sözcüğü ilk bakista kulaga oldukça itici gelir. Kelime anlami asiri güçlü istek, tutkudur. Bir seyi çok istediginizde elde edebileceginizi gösteren yegâne sey ona karsi duydugunuz ihtirastir. Inanmayi ve adanmayi beraberinde getiren motor gücüdür. Bir çocugun oyun oynama öncesinde oyunu düsünüp sonsuz bir istekle onu istemesi, iki asigin birbirini delicesine sevip birbirlerini istemesi, bir sporcunun alaninda kimsenin ulasamayacagi bir rekoru denerken ona sonsuz bir istekle imza atmak istemesi aslinda bize ihtirasin hiç de kötü bir sey olmadigini gösterir. Fatih Sultan Mehmet Istanbul’u fethetmeyi henüz 16 yasinda kafasina koydugunu biliyor muydunuz? Daha sehzadelik dönemlerindeyken bir gün annesi Huma Hatun, oglunun her sabah yatagini düzeltilmis görünce onu uyarmak ister. “Sehzadem yataginizi siz düzeltmeyiniz, hizmetçiler düzeltir siz de yorulmazsiniz”. Sehzade Mehmet ise penceresinden Istanbul’a bakarak annesine su cevabi verir. “Annecigim ben o yataga 6 aydir girmiyorum” Tarihi bilginiz nasildir bilemem ancak, Istanbul’un fethi yüzyillarca birçok ülke ve hükümdari için ulasilmasi gerekli bir erdem olmustur. Defalarca kusatmalara maruz kalmis ancak bir türlü alinamamistir. Fatih’e adini veren, onu diger hükümdarlardan ayri kilan sey sonu olmayan arzusuydu. Bu istek onu aylarca uykusuz birakmis, hirslandirmis ve bilemisti. 22 yasina geldiginde istedigi basari için bütün bedelleri ödemisti ve hazirdi. 6 yil boyunca bir sehri fethetmeyi düsünüp durmak, onun ugurunda gecelerce askla uykusuz kalmak bile onun kusatmasini diger kusatmalardan farkli kilan, siyasi ve askeri dehasindan söz ettirmeye gerek birakmayan önemli unsurdur. Ayni sekilde Mustafa Kemal Atatürk’te ihtiras sahibi bir baska liderdir. Bir milleti yeniden insa eder gibi yillar önce kafasina koymus ve adim adim uygulamistir. Israrla ve inatla bir milleti yeniden var etmis medeniyete ulastirmistir. Burada kaderden söz edebilirsiniz. Inanin bana kader size bir seyin hayalini ne kadar güçlü bir ihtirasla kurarsaniz o kadar iyi davranir.
Inatla istemek bir anlamda dua gibidir. Bilirsiniz hangi inanca sahip olursaniz olun fark etmez, Hiristiyan, Musevi, Müslüman, Ateist ya da Budizm. Her neye inanirsaniz inanin fark etmiyor ancak bir seyi istediginiz de onun duasini edersiniz. Sadece gönlünüzden geçirmek bile esasinda duadir. Dualar fiili ve sözlü olmak üzere ikiye ayrilir. Siz bunlardan herhangi birini eksiltirseniz olmasini istediginiz sey maalesef gerçeklesmeyecektir. Ama öyle güçlü bir ihtirasla istersiniz ki, geceleri uyuyamaz onu düsünürsünüz. Yaptiginiz her is bir sekilde ona hizmet eder. Adeta düsünceleriniz, davranislariniz ve duygulariniz amacinizi insa eden tuglalar gibi tek tek siralanir. Duygu ve düsüncelerinizi 24 saat hiç araliksiz amaciniz kapliyorsa sözlü duayi ediyorsunuzdur. Firavun ile Musa peygamber bir iddiaya tutusur. Musa peygamber Rabbinin istemesi halinde Nil nehrini tersten akitacagini belirtir. Firavun da ayni seyi yapabilecegini iddia eder. Bunun üzerine yapamayacagi gerçegini bilen Musa Peygamber sayet bunu basaramazsa Firavun’un inkârindan vazgeçmesi sartini kosar. Firavun kabul eder ancak ondan bir gün süre ister. Musa peygamber tamam deyip evine gider ve ertesi gün bulusma yerine geldiklerinde Nil Nehrinin tersten aktigini görür. Bunun üzerine sasiran Musa peygamber Rabbine nedenini sorar. Allah, “Sen uyurken o bana nehri tersten akitmam için dua ediyordu. Ben herkesin duasini kabul ederim.” diye cevap verdi. Yaptiginiz eylemler bir sekilde dolayli ya da direkt etki olarak amaciniza etki ediyorsa fiili duanizi ediyorsunuzdur. Iste o zaman kendinizi kaderin ellerine birakabilirsiniz. Bazi insanlar baslarina gelen kötü tecrübeleri kadere baglarlar. Aslinda bir sekilde haklilar. Fakat kader onlara dolayli yoldan farkinda olmadan istedikleri seçenegi sunmustur. Aslindan biz mevcut sartlari göz önünde bulundurarak hareket ediyoruz. Simdi olaya diger yönden bakalim. Microsoft’a is basvurusunda bulunan bir adamin hikâyesini belki biliyorsunuzdur. Adamimiz temizlik isi için bilgisayar sirketine is basvurusunda bulunur. Bütün mülakat olumlu geçerken ondan bir mail adresi isterler. Adamimiz mail adresinin olmadigini ve bilgisayardan anlamadigini belirtir. Insan kaynaklari mail adresi alabilecek kadar bilgisayar bilgisi olmayan bir kisinin sirketleri için yeterli donanimda olmadigini düsünüp ise almaktan vazgeçer. Adamimiz da ticaret yapmaya karar verir. Bir sekilde sansi yaver gider ve isi zamanla büyütür. Daha sonra sirketlesir. Ve tabi insanlarin dikkatini çeker. Onun kisa zamandaki ticari basarisini merak eden bir gazeteci kendisiyle röportaj yapar. Röportajin sonunda ondan yayinlanmadan önce kendisine röportaji mail atabilmesi için mail adresini ister. Adamimiz dogal olarak hala mail adresi sahibi degildir ve mail adresinin olmadigi söyler. Gazeteci sasirir ve “Mail adresi olmayacak kadar bilgisizliginizle buralara kadar gelmissiniz. Demek tersi olsa kim bilir ne olurdu?”der. Adamimizin cevabi basittir, “Microsoft’ta temizlikçi olurdum”.
Hayat bazen bize istediklerimizi degil de tersini sundugunda hatta dayattiginda bunun mutlaka bir nedeni oldugunu unutmayalim. Belki de o an için yeterli çabayi sarf etmemisizdir. Ya da yeterli donanima henüz sahip degiliz ve daha çok çalismak gerekebilir. Birkaç satir yukarida verdigimiz Fatih Sultan Mehmet örneginde oldugu gibi henüz 14 yasindaydi ve tahta babasinin istegiyle geçirildi. Ancak çok kisa zaman sonra devletin bekasinin tehlikede olmasiyla zorla tahttan indirilmistir. Bu onu sizce üzmemis midir? Trafikte kurallara uymadiginizda birkaç ay ehliyetinize ya da araciniza el konuldugunda üzülürsünüz degil mi? Fatih hükümdarligin elinden alinmasina çok üzüldü. Ancak o henüz yapacaklarini yapabilmesi için hazir olmadigini biliyordu. Kendisini daha da güçlü hale getirdi. Küsmeden yilmadan daha büyük hirsla çabaladi. Ve istedigi basariya ulasti.
Bir konuda kitap yazmaya karar verdigimde normalden farkli yasamaya baslarim. Karar anindan itibaren baslamak üzere sürekli olarak her okudugum kitap, her izledigim film dinledigim her hayat hikâyesi ve her pozitif düsünce kafamda yazacagim kitabin sayfalarini bir araya getirir. Ancak sistematik bir sekilde bir araya gelmesi bu süreci layikiyla tamamladiktan sonra olusur. Yine sonsuz bir ihtirasla saatlerce bir sandalyede oturup parmaklarim uyusuncaya ve yazabilecegim son düsüncemin son kelimesine kadar yazmayi istemem gerekir. Bana zaman zaman kitap yazabilmek için ne gerekir diye soruyorlar. Ben de esprili bir cevap vermek, onlari belki de güldürürken motive eder diye düsünür ve “Donunuzun poponuza yapismasi gerekir.” diye cevap veririm. Aslinda bu sorunun cevabi çok okumak, düsünmek, üretmek gibi siradan söylemler olabilir. Fakat bence bu sorunun sorulus gayesi bu degil. Ne gerekir sorusunu soran kisi aslinda yazabilmek için okumasi, düsünmesi ve üretmesi gerektigini zaten biliyor. Ancak sorun su ki, kendisini aksamlari 4-5 saat televizyon izlemekten alikoyamiyor. Bu sorunundan yakindigi gerçegini nazikçe örtüp esasinda, “Ben de kitap yazmak istiyorum, ancak kendimi yeterli görmüyorum. Ne yapmaliyim?”olarak soruyor. Ben de içimden haykirarak, “Sadece yaz. Otur dakikalarca, saatlerce durmadan yaz.” demek istiyorum. Çünkü düsünceler tuvaletteyken, dustayken veya yemek yerken gelebilir. Ancak siz onlari bilgisayar basindayken organize edersiniz. Gereksiz yere zaman harcamak yerine kitabinizla mesgul olur önce kitabin kafanizdaki olmasi gereken sablonunu olusturursunuz. Sonra bir bölümünü yazar sonra baska bölümünü ve sonra bir baska bölümünü. Bir süre sonra bakmissiniz editörün eline sigacak kabataslak bir kitabiniz olusuvermis. Bunun için temel adim sonsuz bir istekle ilk adimi atmak. Gerisi zaten çorap sökügü gibi gelecektir.